31 Ocak 2012 Salı

2012 İŞÇİ, MEMUR, EMEKLİ MAAŞLARINDAKİ ARTIŞ ORANLARININ, YILLIK KİRA ARTIŞ ORANLARIYLA İLİŞKİLERİ -2

2012 İŞÇİ, MEMUR VE EMEKLİ MAAŞLARINDAKİ ARTIŞ ORANLARININ,

YILLIK KİRA ARTIŞ ORANLARIYLA İLİŞKİLERİ ÜZERİNE

(İKİNCİ BÖLÜM)

Değerli Okurlar;

Yazının birinci bölümünde yurttaşların anayasalar bağlamında haklarına değinerek bu hakların temelinin devletçe güvence altında tutulmuş görülmesine rağmen devlete hükmeden siyasi hükümetlerce bu anayasalarda meşru olan hakların uygulanırlığında ise, amaçtan uzaklaşılabileceği yada tam anlamıyla uygulanabildiği yönündeki ana fikirle sizlere yansımaya çalışmıştık.

Devam edecek olursak;

Buraya kadar sizlere aktardıklarımızın genel kısımları, TC’nin mer’i 1982 Anayasasında yer aldığı üzeredir.

Takdir edilecektir ki; Kesinlikle, insanın insanca, onurunda ve mutla yaşaması için gerekli olan haklar, sadece bunlarla sınırlı değildir.

İnsan olarak, Dinlenme Hakkı, Çevre Hakkı, Ret Hakkı, Devlet Bütçesinden Pay Hakkı, Güvenlik Hakkı, Eşitlik Hakkı, Özgür Söylem Hakkı, Mülkiyet Hakkı ve benzeri bir çok haklarının da tanımlanmış olması gerekir.

Çalışma, sosyal güvenlik, konut, eğitim, sağlık hakları gibi kısaca değinilen sosyal hakların gerçekleşmesi için devletin yazılı koymuş olduğu, hükümet erklerinin de uygula(ma)dığı bu hak kavramlarının kavram olarak kalmış olmasından değil, yaşanırlığından söz edilmelidir.

Bu tür sosyal hakların gerçekleşmesi için devletin yönetimindeki hükümet bireylerinin kişisel egolarından başarıyla ötelenmiş nezih ve seçkin bireylerden oluşumu ile olanaklıdır.
Betimlemeye çalıştığımız bu haklar dışında sosyal devlet gelir ve servet farklarının azaltılmasına yönelik tedbirleri de almış olmak zorundadır.

Bunların özellikle yurttaşlar arasında farklılıklar ve sınıfsal yapılar oluşturacak olmasından kesinlikle kaçınılmalıdır.

Demokratik bir ülkenin yurttaşları arasında aşağıda sıralamakta olduğumuz temel konularda kesinlikle adil bir düzenin yerleşmiş olması gerekir.

· Vergi adaleti
· Kamulaştırma
· Toprak reformu
· Devletleştirme


Sosyal bir devlet olabilmenin önemli belirtisi servet dengelenmesidir. Yurttaşlar arasındaki gelir ve servet eşitsizliklerinin azaltılmasıdır.

Gelir ve servet eşitsizliklerini azaltıcı tedbirlerden en önemlisi vergi politikalarıdır.

Anayasamızın 73’üncü maddesine göre, “herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, malîye politikasının sosyal amacıdır”.

Demekle bunun kesin uygulanırlığına tanık olmak olanaklı mıdır, değil midir ona bakmak gereklidir. Ne acıdır ki, ülkemiz siyasi hükümetleri mensupları ve taraftarlarının daima iktidar süreçlerinde imtiyazlı ve servet artışlı dönemleri yaşar oldukları tarihsel süreçler içerisinde değişmez bir kısır döngüdür.

Ne yazık tır ki, yurttaşlarımız da bu durum karşısında aynı siyasetçileri tekrar tekrar kendilerine sağlanan küçük olanaklarla mutlanarak seçmeye devam etmektedirler.

Onlar bu küçük paylarla mutlu olmaya veya asgari müştereklerde geçimlerini sürdürmeye çalışırlarken kendilerine verilenlerden misli olarak fazlaları ise vergi olarak yeniden kendilerinden alınarak büyük paylar olarak zengin zümreye teşvik ve kredi gibi çeşitli kisvelerle adlandırılarak ‘hebayla’ peşkeş edilebilmektedir.

Yine sosyal devlet olgusunun içerisinde öneme sahip olan diğer bir husus da, kamulaştırmadır.
Kamulaştırma devlet ve diğer kamu tüzel kişilerinin kamu yararının gerektirdiği hallerde, karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını sahiplerinin isteğine bakmaksızın, kamu mülkiyetine geçirmesidir.

Öylesine düşünüldüğünde, kamulaştırma normalde sosyal devletle ilgisi olmayan bir olgu olarak düşünülebilir ancak Anayasamızın 46. maddesinde sosyal devlet ilkesi doğrultusunda kamulaştırma yapılabileceği ön görülmüştür.

Kamulaştırmada devlet yönünden böyle bir eylem gerçekleşir olmakla birlikte tersinin de yapılabilir olması gerekmektedir.

Şöyle ki, gerçek ihtiyaç sahibi, bizatihi emek sarf edecek olan yani ailesel nüfusunun katılımıyla ziraat ve hayvancılık ile uğraşan köylüye de iskan sağlanabilmeli, toprak ve tarım reformu bağlamında kamusal alanlardan(esasen) mülkiyet verilmeksizin ve miras hakkı da doğurmaksızın, kullanım olanağı sağlayan kiralamayla yararlanma hakları verilebilmelidir.

Sosyal ve Anayasal demokratik devlet olabilmekte, servet ve gelir eşitsizliklerinin temelinde toprak mülkiyetindeki eşitsizlikler yatmaktadır.

Bu durumda, toprak dağılımındaki bu eşitsizlikler giderilmedikçe, gelir ve servet eşitsizliklerinin azaltılması oldukça güçtür. Anayasamız, 44’üncü maddesinde , “devlet…, topraksız olan veya yeterli toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alır” demektedir.

Ancak bu durum, günümüz siyasi hükümetlerince değerlendirilirken o bölgeden kendisine yansıyan siyasi oy potansiyeli önde tutularak hareket tarzı belirlenmektedir.

Yani ne kadar oy verdin o kadar iste benden siyasi aymazlıkları ne acı gerçektir ki bizler seyrede seyrede, gözlerimizin içine baka baka siyasetçilerimizce yıllardır değişmez şekliyle uygulanabilmektedir.

Anayasamızın sosyal devleti gerçekleştirmek üzere öngördüğü tedbirlerden birisi de devletleştirmedir.

1950 ve sonrası siyasi hükümetlerce devletleştirme, Kemalizm’in, Türkiye’ye en büyük zararı ve tehlikeli olgusu olarak topluma kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Bunun bağlamında da, büyük ihanetlerin sayfaları peş peşe açılarak devletleştirme, devleti özelleştirmeye doğru yol alarak bugünkü somut “Liberal” çehresine kavuşturulmuştur.

Günümüz siyasi hükümeti ise tamamen geçmişteki fırsatları yakalayamayan hükümetlerin oy potansiyelini aşmış da olmaktalığından ötürü ve karşısında da tepkili ve etkili muhalefetinde olmamasını fırsat bilerek ülkeyi adeta ucuzcu bir politayla satışa çıkartmıştır.

Ülkemizin, tüm ulusal kaynakları Ulusal kurtuluş savaşımızı vermiş olduğumuz ve Sevr gibi bir felaketten döndüğümüzde karşımızda bizi aç gözleriyle iştahla bekleyen bu ülkelere sözde ‘Özelleştirme” ülke ekonomisini güçlendiriyoruz adına yok pahalarına satılmaktadırlar.

Ülkenin ulusal telefon iletişimi, madenleri, bankacılığı, hayvancılığı, tarımı, sanayisi ve diğer niceleri, sözde “TÜRK” unvanları olan yabancı tröst ve holdinglere daha doğru anlatımıyla emperyalist ve kapitalist dış mihrak düşman ülkelerin yönetimlerine ve onların icracı şirketleri ve kurumlarına satılmışlardır.

Oysa bir Türkün “Türk” adını kişisel adında ve ticareti maksadıyla kullanabilmesi kanunen yasaktır.
Aynı durum ülkemizin maden rezervlerinin, topraklarının, sahil ve kıyı bantlarının satılmasında da yaşanmaktadır.

Bizler sözde, “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” söylemleri ile kendilerimizi avutmakta iken, kardeş kavgaları, milletin ulus kavramı içerisindeki oluşumuna yönelik saldırganlıklar ve bölücülükler hızla yaygınlaştırılmaktadır.

Millet fertleriyle, ordusuyla, polisiyle, kamusu-özeliyle kavgalı ve hınçlı bir sürece doğru hızla sürüklenmektedir.

Gidişatın böyle devamının sürmesi hallerinde, Türkiye Cumhuriyeti devletimizin, gelecek 50 yılki sürece kalmaksızın, “Türk İslam Devleti” olmamasında mevcut siyasi hükümetlerce bir sakınca görülmeksizin hızla sözde kalkınma hamleleri sürdürülmekte oysa, toplum içerisinde büyük bir servetli-fukara uçurumu yaratılmaktadır.

Anayasanın 47’nci maddesine göre, “kamu hizmeti niteliği taşıyan özel teşebbüsler, kamu yararının zorunlu kıldığı hallerde devletleştirilebilir. Devletleştirme gerçek karşılığı üzerinden yapılır. Gerçek karşılığın hesaplanma tarzı ve usulleri kanunla düzenlenir”.

Devletleştirme işleminin konusu, özel teşebbüslerdir. Devletleştirme ancak, özel teşebbüsün kamu hizmeti niteliği taşıması ve kamu yararının devletleştirmeyi zorunlu kılması hallerinde mümkündür.

Yazılanlar böyle olmakta ise de yaşananlar günümüz aynasında karşımızdadır.
Kör gözlerle etrafı süzdüğümüz bir gidişat içindeyiz ve binmişiz bir alamete gerçekten gidiyoruz seyreylerek kıyamete.

Kıyamet denilen yer, Sevr’i çok aratacak bir ulusal yangın yeri, onu o zaman anlasak ne fayda edecek ki?...

Sayın Hocam, tüm bunları okuduk okumasına da, bunları Allah aşkına, “2012 İŞÇİ, MEMUR VE EMEKLİ MAAŞLARINDAKİ ARTIŞ ORANLARININ, YILLIK KİRA ARTIŞ ORANLARIYLA İLİŞKİLERİ ÜZERİNE” yazınız başlığı ile ne ilgisi mi var diyorsunuz?..


Heyhat !....

Boşa mı atasözlerimiz, “Kör tuttuğunu öpermiş”.

(Aynı başlıkla devam edecektir)

Prof. Dr. Öner SAMANLI

“TÖDEF”
TÜKETİCİ ÖRGÜTLERİ FEDERASYONU

“TÜRKİYE’NİN TÜKETİCİ HATTI”
http://turkiyenintuketicihatti.blogspot.com/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.